Seferihisar’a Ürkmez üzerinden gelirken Doğanbey’i geçtikten sonra eski Doğanbey Köyü’ne sapan bir yol görürsünüz.Tepede, şimdilerde 50-60 hanenin yaşadığı eski bir Rum köyüdür. Eski taş evleri, değirmeni, serin havası, tepeden denize bakan manzarası, hepsi güzeldir ama bir de, başka yerde olmayan bir şey vardır bu köyde. Keçe yapımındaki ustalığıyla Somut Olmayan Kültürel Miras taşıyıcısı unvanına layık görülmüş, UNESCO’nun Yaşayan İnsan Hazineleri Listesi’ne aday gösterilmiş Ayfer Güleç ve keçe atölyesi…
Kendi deyimiyle “delinin pösteki saydığı gibi kılları sayan” biri. Saymakla bitmiyor işi, aşkla dövüyor keçeyi: “Keçeyi önce okşamak, hassas davranmak zorundasın. Çocuk yetiştirmek gibi. Yönünü bulduktan, belli bir tava geldikten sonra onu dövebilirsin. Tava gelmeden sert davranırsan sen de ağlarsın, o da ağlar. Keçe demek hissetmek demektir; o yünü elinin altında hissetmediğin sürece hiçbir şey yapamazsın. Ancak hissedersen yün sana yönünü, zamanını söyler.”
Seferihisar’ın Doğanbey köyünde Ayfer Güleç’in atölyesindeyiz. Çevremizi saran rengârenk çiçek desenleri, insan figürleri eşliğinde sohbete başlıyoruz. Ayfer Hanım 9 Eylül Üniversitesi Resim Bölümü Endüstriyel Anasanat Dalı mezunu; pek çok resim sergisi açmış. Keçeyle tanışma tarihi 1991. Tam 11 yıl çıraklığını yaptığı ustası Balıkesir Savaştepeli Muharrem Şengül. Keçeyi modernleştirme çabaları o yıllara kadar uzanıyor. Hem gönül verdiği için hem de ustasına ekonomik olarak yardım etmek amacıyla denemeler yapıyor, sergiler düzenliyor, projeler geliştiriyor; keçeyi gündelik hayatta görünür kılmaya çabalıyor. Güleç’in ulaştığı nokta yumuşak dokulu bir keçe ve çok geniş bir ürün yelpazesi… Emeğinin yanı sıra “resmin ve kişisel birikimlerinin keçe ile bütünleşmesi”nin sonucu bu. Zaten Güleç’e göre değişen sadece tek şey var: Malzeme. Şimdi yünlerle resim yapıyor.
Misket köfte yapar gibi keçe yapıyorum
Aslında işi hiç kolay değil. Ayfer Güleç’in keçe sanatını yorumlayışındaki farkı anlayabilmek için detaylardan söz etmek gerekli. Öncelikle “dövme” süreci yüzünden çoğu insan keçe yapımını bir erkek uğraşı olarak görüyor. Güleç’in esprili bir dille anlattığı anısı da buna vurgu yapıyor: “Keçe yapıyorum dediğimde ‘Ay nasıl yaparsın! O erkek işi’ diye tepki gösteriyorlar. Oysa ben misket köfte yapar gibi, yufka açar gibi keçe yapıyorum. İşimi küçük gördüğümden değil, işin ağırlığını hafiflettiğim için övünerek söylüyorum bunu. TRT’de Ertuğrul Karslıoğlu’nun ‘Keçenin Teri’ diye bir belgeseli vardı. 130 kiloluk adamlar hamamda göğüsleri ile yarı çıplak, kalp ritmiyle keçe dövüyorlar. Görseli çok etkileyici, mükemmel ama ben diyorum ki o belgeselden sonra keçecilik mesleği kalmadı. Zor olduğunu görünce kimse bu işe ilgi duymadı. (Gülüyor) Ağır bir malzemeyle güreş tutmak gerçekten zordur. Ama ben 2×1,20 metrelik bir şalı avuç içine sığdırabiliyor, kavanozun içine sokabiliyorum, ağırlığı 25 gr falandır. İşin sırlarından biri şu: Keçeyi bütün hücreleri dolacak şekilde dövmüyorum, yüzde 70-80 boşluk bırakıyorum. Yeri geliyor, delinin pösteki saydığı gibi kılları sayıyorum, kılların inceliğini hesap ederek iş yapıyorum. İşçiliği çok daha zahmetli, yapımı daha uzun ama güç sarf etmek gerekmiyor. Teknik aynı olmasına rağmen malzemenin inceliği keçemi hafifletiyor. Bu sayede ortaya yumuşak, vücut formunu alabilen, taşınabilir, giyilebilir ürünler çıkıyor. Kaba yünden yapılan keçeyi giyme şansınız yok. İnsanlar vücut ısısını koruyan doğal ürünler istiyor. Bu arada ağrı giderici özelliği de vardır keçenin. Uyguladığım yöntemle bunların hepsini bir ürün üzerinde yakalamak mümkün. Sert kıllı bir malzemeden yaparsanız bunu kim kullanır ki?”
Keçe gibi kayınvaliden olsun
Keçenin keçiyle ilişkisinden yürüyüp bizim Seferi Keçi’ye slogan çıkartmaya çalışıyoruz. Pek başarılı olduğumuz söylenemez. Ayfer Güleç “Keçinin kılından keçe olmaz!” diyor gülerek. Avunmak mümkün yine de: “Keçi ile keçe arasında bir bağ yok ama şu var: Kaşmir yünle keçe yapılır. Kaşmir keçinin gıdısından taranarak elde edilen, kılların arasında oluşan bir yündür…” Başka bilgiler de geliyor Güleç’ten. Mesela “çektiğin yere gelir, esnektir” anlamında “keçe gibi kayınvaliden olsun” denirmiş. Tasavvufta keçecilere sufi dendiğinden de söz ediyor: “Dokuma kumaş başlamadan önceki ilk tekstil ürünüdür keçe ve dünyada koyunun yaşadığı her yerde bilinir. Kadim kültür olmasının bir nedeni de bütün topluluklara yayılmış bir insani değer ölçüsü olmasıdır. Zeytinyağlı sabunlu su, basınç, ısı… Basınç yünün üstündeki pullu dokuyu harekete geçirir; suyun, yünün hareket kabiliyeti sayesinde yün kendini su ile birlikte kenetler. Kilitleme kumaştır keçe; atkısı, çözgüsü yoktur… Sufi de birleştiren, kaynaştıran anlamında kullanılır. Bu hem insani özellik olarak keçe ustalarında hem de yapılan işin doğasında vardır. Keçe sıkıştırılır, kaynaştırılır, birleştirilir. Tasavvufi bakış açısıyla yün insanı, keçe kâmil insanı temsil eder. İnsanın kâmil olma yolculuğu, yünün keçe olmak için yaptığı meşakkatli yolculuk gibidir.”
Akrep, yılan, çıyan keçenin üzerinde yürümez
,Keçenin pek bilinmeyen başka özellikleri de var: İyi bir izolasyon malzemesi, ateşe dayanaklı. Ayfer Güleç bu anlamda keçenin Türkiye’de henüz gerektiği gibi değerlendirilmediğini düşünüyor: “Sağlık, yat-tekne sektöründe kullanılabilir ama pek tanınmıyor. Aslında dünyada çevreciler çok kıymet verir. 400 dereceye kadar alev almadığı biliniyor, keçeyi mesela ocağın üzerine koy, altında sadece kahverengi bir leke görürsün, yanmaz. Keçe kepenekle yangına girip insan kurtaranların öyküleri anlatılır hâlâ köylerde. Osmanlı döneminde keçe bir askeri materyal; levazım ihtiyaçları keçeden karşılanıyor. Çadırını, hamamını yapıyor. Askerlerin sırta kadar uzanan, serpuş denilen şapkalarının malzemesi de keçe. Sebebi enseyi kılıç darbelerinden korumak. Düşman metal zırhlarla gezerken, bizimkiler keçeye sarılıp geziniyor. (Gülüyor) Kılıç geçirmez olduğu söylenir. Akrep, yılan, çiyan keçenin üzerinde yürümez. Termos etkisinin olduğu da net bilgilerden biri. Buzu sarsanız erimez, çayın ısısını koruyabilirsiniz…”
Somut Olmayan Kültürel Miras Taşıyıcısı
Ayfer Güleç keçeyi daha estetik bir hâle dönüştürüyor ama yaptıkları, yapmayı planladıkları unutulmaya yüz tutan el sanatları açısından ayrı bir önem taşıyor. Güleç kendini atölyesine kapatan bir sanatçı değil. Özellikle yaz aylarında yurtiçi ve yurtdışında festivallere, fuarlara katılıp keçe sanatını tanıtıyor. Güleç aynı zamanda Somut Olmayan Kültürel Miras Taşıyıcısı unvanına sahip: “Anadolu topraklarında kadim kültürler var, bunlar insanlık tarihi kadar eski. Tarih boyunca geleneksel yöntemler dilden dile, gönülden gönüle aktarılmış. Bu aktarımları yapanlar Somut Olmayan Kültürel Miras Taşıyıcıları olarak tanımlanıyor. Kültür Bakanlığı sayıları azalan bu insanları görünür kılmak, bilgi ve yöntemlerini geleceğe taşıyabilmek için bir liste çalışması yapıyor. Listede cura ustası da ahşap oyma ustası da mevcut. Ben de Somut Olmayan Kültürel Miras Taşıyıcıları’ndan biriyim; Kültür Bakanlığı sanatkârı olarak kayıt altındayım. Ustamdan aldığım eli meraklısına uzatmaya uğraşıyorum; sanatı yaşatmaya özen gösteren, çalışan arkadaşlarla paylaşıyorum. Bu sene UNESCO ile ilgili güzel bir gelişme oldu: Yaşayan İnsan Hazineleri Listesi’ne aday gösterildim. Türkiye’den bildiğim kadarıyla az sayıda insan var. UNESCO temsil ettiği kültürel değere haiz olmuş, bunu yaygınlaştırabilen, tanıtımını yapabilen, modernize edebilen ustaları tespit ediyor ve yaşayan hazine olarak tanımlıyor. Aday olabilmek bile onur verici.”
Ayfer Güleç güzel bir haberi daha paylaşıyor bizimle. kısa süre önce Sığacık Marina’da adını Kültürel koyduğu yeni bir dükkân açmış. Burada keçe dışında ürünlere de yer veriyor. Amacı çıraklığından beri önem verdiği dayanışma ortamını sağlamak: “Kültür ürünleri yapan zanaatkâr arkadaşlarımızın çoğu maalesef küçük köylerde, kasabalarda, ara sokaklarda kalmış atölyelerinde üretim yapmak zorunda. Neden? Hem eski ustalar orada bulunduğu hem de ucuz olduğu için. Şimdi biz ustayız ama aynı zamanda esnafız. Esnaf yaptığı işten geçinen insandır. Eğer geçinemiyorsan yaşama şansın yok, ben de Seferihisar’da elimde böyle bir olanak varken arkadaşlarıma destek vereyim, işlerini tanıtayım istedim. Turistik bir bölge olduğu için bahtı da açık olur diye düşünüyorum. Somut olmayan kültür mirasının yaşatılması için gayret sarf eden, vizyonu olan bir ilçe olarak bu dükkanda kültür ürünleri ile güzel bir sunum yapabilelim istiyorum.”
Geleneksel keçe sanatını yaşatma, geliştirme çabası Seferihisar’ın yavaş şehir ruhuna çok yakışan Ayfer Güleç’in çalışmalarını Sığacık’taki dükkanında görebilirsiniz. Ayrıca kendisiyle iletişim kurarak, Doğanbey Kadın Emeği Evi’ni ziyaret edebilirsiniz. Seferi Keçi dergisi okurları için ayrıcalıklı çağrısıyla sözü noktalayalım: “Yerimiz çok keyif verici. İsterlerse piknik sepetlerini alıp gelebilirler, biz çayı kahveyi seve seve ikram ederiz.”
Keçe minimalist yaşam kültürünün göstergesi
Uzay teknolojisinden bahsettiğimiz bir yüzyıldayız. Ama biz neolitik dönemden gelen bir kültürü yani keçeyi hâlâ yaşatıyoruz. Kadim kültür dememizin ilk nedeni bugüne kadar tekniğin, malzemenin değişmemesi. İkinci neden kültürel değerleri olduğu için. Kültürel değerler diyorum çünkü keçe bir çoban giysisi, bir de peygamber giysisi olarak bilinir. Keçe aynı zamanda minimalist yaşam kültürünün göstergesidir. Minimalist yaşam kültürü eşittir göçer kültür diyebiliriz. Yalın çünkü. Sen tutuyorsun, koyununu, keçini, karını, kızını, kızanını topluyorsun. Atının terkisine vuruyorsun yükünü, çıkıyorsun dağlara, yaylalara. Orada çadır kuracak, bir yaşam alanı oluşturacaksın. Tek materyalin keçe yani koyunun yünü. Yününü kırpıp onu ister çadıra dönüştürüyorsun, ister yer yaygısına, ayağına giyeceğin patiğe, çarığa, terliğe… İstersen beşiğe, şapkaya, yeleğe; çarıktan çadıra kadar yani… Tek bir malzeme sana yaşam alanı sunuyor. Koyun yünü, zeytinyağlı sabunlu su ve insan emeği. Hayvansal, bitkisel malzeme ve senin emeğin, alınterin… Keçe o kadar köklü bir yere sahip ki… İzmir’de Homeros’tan beri bilinen bir malzeme. İlyada destanında Balçova’daki Agamemnon kaplıcalarına şifa bulmak için gelen yaralı askerlerin keçeye sarılmış gelincik merhemleriyle termal suda iyileştiği anlatılır.
Doğanbey Kadın Emeği Evi
15 yıldır Seferihisar’dayız. Önceleri evde üretip sergi açıyordum. KAGİDER için bir proje hazırladım. 1400 proje arasından ilk 5’e girdi keçe üretim teknikleri projem. Onlar da bana altı ay boyunca mentorluk hizmeti verdiler. Böylece biraz daha kurumsal bir biçim kazandı üretimim. Beş yıldır da Doğanbey Kadın Emeği Evi’ndeyim. Neptün Hanım (Hıdırlık Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Başkanı-İzmir Köy Koop yöneticisi Neptün Soyer) internette ürünlerimi görüp beğenmiş. Beni Seferihisar Kent Konseyi’ne davet etti. Ben kentlerin alt markalarla markalaşacağına inananlardanım; konseyde “Kültür ürünlerinde marka olmak” konusu ile keçeye ilişkin bir sunum yaptım. Aynı gün “Sığacık’taki el sanatları sokağında yer alır mısınız?” teklifinde bulundular. Bir süre sonra da Doğanbey’deki Kadın Emeği Evi’ni keçe atölyesi olarak bana tahsis ettiler. Daha önce bazı kurslar düzenlenmiş ama gerekli verim alınamamış. Burada öncelikle Kültür Bakanlığı’nın Somut Olmayan Kültürel Miras Taşıyıcılarını Artırmak projesi kapsamında kurs verdim, köydeki kadınlar katılsın istedim. Bir mesleği sürdürmek demek üretim demek, üretim yapmayan insanın meslek edinmesi çok zor, o da atölye ortamından geçiyor. Köyden kadınlar geldi gerçekten. Halen benimle çalışanlar, meslek edinip başka yerlerde sürdürenler var. Belediye Başkanımıza, Neptün Hanım’a, diğer arkadaşlara tekrar teşekkür ediyorum. Doğanbey 56 haneli, kimsenin gelip gitmediği bir köydü. Yolda tabelamız yok ama gelip ziyaret edenler, internetten görüp gelen turlar oluyor artık. Yaptığı işle iz bırakanlardan olmak yaşam hedeflerimden bir tanesi.
Söyleşi: Baha Okar / Yayına hazırlayan: Nilüfer Oktay / Fotoğraflar: Abdulhakim Bağış